Screenshot_1
İşçilerin Refahı Neden Hepimiz İçin Önemli?

Giriş

Ekonomik gidişat, son yıllarda hepimizi fazlasıyla düşündüren ve Türk kamuoyunu sürekli meşgul eden meselelerden belki de en önemlisi. Özellikle alım gücünün düşmesi, ucuz işgücü problemi, sınıfsal geçirgenliğin azalması ve zam politikalarının yetersizliği, yaklaşık 80 milyon insanı yatay kesen kritik sorunlar olarak gündemimizde yer almaya devam ediyor. Bu zamana kadar farklı cenahlardan ekonomi politikalarına dair birçok yorum geldi, kimisi problemi daha derin bir şekilde ele alırken kimisi çeşitli çözüm yolları önerdi. Bu yazıda da mevcut tartışmalar bağlamında tarihsel sürece atıfta bulunarak, emekçi sınıfın refaha ermesinin kısa ve uzun vadede toplumsal yapıya ne şekilde etki ettiğini inceleyeceğim.

Sanayi Devrimi’nden günümüze kadar işçilere yönelik ücret politikaları, ekonomik büyüme ve toplumsal refah üzerinde derin etkiler yaratan bir faktör olmuştur. Özellikle İngiltere’nin 18. yüzyılda Sanayi Devrimi’ne öncülük etmesinde yüksek ücretlerin belirleyici bir rol oynadığı kuvvetli bir argüman olarak sunulmaktadır. İngiliz iç piyasasının benimsediği “yüksek ücret ve ucuz enerji ekonomisi” prensibinin, işçilerin refahını artırırken aynı zamanda işverenleri teknolojik yeniliklere yönelttiği belirtilir. Ayrıca bu modelin yalnızca bireylerin yaşam standartlarını değil, aynı zamanda toplumsal kalkınmayı ve ekonomik verimliliği de dönüştüren bir yapı ortaya koyduğu ifade edilir.[1] Tarihsel süreçte, yüksek maaş politikalarının bireyler, toplum ve ekonomiler üzerindeki etkileri tıpkı bugünkü gibi çeşitli şekillerde incelenmiştir. Bir argüman olarak, İngiltere’deki yüksek ücretlerin tüketim devrimini teşvik ederek geniş bir iç pazar yarattığı ve teknolojik yenilikleri hızlandırdığı öne sürülür. Burada önemli olduğunu düşündüğüm esas nokta, işçilere yüksek maaş ödemenin neden toplum, refah ve ekonomi açısından önemli olduğudur. Günümüzü anlamak için, yüksek maaşların üretkenlik, yenilik ve tüketim üzerindeki etkilerini incelemenin ve bu politikaların eğitim, sağlık ve toplumsal uzlaşıyı ne yönde şekillendirdiğini doğru analiz etmenin kıymetli olduğuna inanıyorum.

Tarihsel Süreçten İlham Almak

İngiltere, 18. yüzyılın sonlarına doğru hiç şüphesiz Sanayi Devrimi’nin öncüsü olmuştur. Bu devrim yalnızca teknolojik yeniliklerin değil, aynı zamanda ekonomik ve toplumsal koşulların bir ürünüdür. ABD’li ekonomi tarihçisi Robert C. Allen’a göre İngiltere’nin “yüksek ücret ve ucuz enerji” modeli, bu başarının temel anahtarıdır.[2] Allen, İngiltere’deki yüksek ücretlerin, işverenleri işgücü tasarrufu sağlayan teknolojilere yönelttiğini ve bu durumun Sanayi Devrimi’nin itici gücü olduğunu savunur.[3] Sanayi Devrimi’ni yüksek maaş politikaları bağlamında değerlendirecek olursak İngiltere, 18. yüzyılda diğer Avrupa ülkelerine kıyasla çok daha yüksek ücretlere sahipti. Londra gibi büyük şehirlerde yaşayan işçilerin ücretleri, Avrupa’nın güney ve doğusundaki şehirlerden önemli ölçüde yüksekti.[4] Allen, bu yüksek ücretlerin İngiltere’de “pahalı işgücü, ucuz enerji” bir ekonomik yapı yarattığını ve bu durumun işverenleri, işgücünden tasarruf sağlayan teknolojilere yatırım yapmaya zorladığını savunur.[5] Örneğin, Sanayi Devrimi’nin sembollerinden olan buharlı makineler ve iplik eğirme makinesi gibi yenilikler, işgücü maliyetlerini azaltmak amacıyla geliştirilmiştir.[6]  Yüksek ücretler yalnızca üretim süreçlerini değil, aynı zamanda tüketim alışkanlıklarını da etkilemiştir. İngiliz işçilerin maaşlarının yüksek olması, onların temel ihtiyaçların ötesinde lüks tüketim mallarına da erişebilmesine vesile olmuştur.[7] Allen, bu durumun İngiltere’de bir “tüketim devrimi” yarattığını ve geniş bir iç pazar oluşturduğunu ifade eder.[8] Bu tüketim devrimi, hem yerli üreticilerin daha yaratıcı olmasını teşvik etmiş hem de ithalatı artırarak küresel ticareti genişletmiştir. İngiltere’nin yüksek maaş politikaları, Sanayi Devrimi’ni diğer Avrupa ülkelerinden ayıran bir faktör olmuştur. ABD’li ekonomi tarihçisi Kenneth Pomeranz, İngiltere’deki bu ekonomik yapının özellikle kömür gibi ucuz enerji kaynaklarıyla birleştiğinde, Avrupa’nın geri kalanına karşı belirgin bir avantaj sağladığını vurgular.[9] Pommeranz’a göre Fransa ve Almanya gibi ülkelerde düşük ücretler ve yüksek enerji maliyetleri, teknolojik yeniliklerin benimsenmesini geciktirmiştir.[10]

Ekonomik Büyüme, Teknolojik Yenilikler ve Pazarın Genişlemesi

İşçilere yönelik yüksek maaş politikaları yalnızca işçilerin refahını artırmakla kalmaz, aynı zamanda ekonomik sistemin genel işleyişi üzerinde dönüştürücü bir etki yaratır. Yüksek maaşlar, işverenleri işgücü verimliliğini artıran yenilikçi teknolojilere yönlendirir, iç tüketimi canlandırarak pazar genişlemesini teşvik eder ve ekonomik büyümeyi sürdürülebilir hale getirir. Allen, İngiltere’deki işgücü maliyetlerinin yüksek olmasının, çeşitli teknolojik yeniliklerin geliştirilmesinde kritik bir rol oynadığını vurgular.[11] İngiliz iktisatçı Sir John Hicks’in “fiyatlar, yeniliklerin yönünü belirler” teziyle uyumlu olarak, yüksek maaşlar işverenleri işgücü tasarrufu sağlayan teknolojilere yönlendirmiştir.[12] Modern iktisatçılardan Daron Acemoğlu ve James Robinson da yüksek ücretlerin daha kapsayıcı ekonomik kurumları teşvik ettiğini ve bu durumun teknolojik yeniliklerin hızlanmasını sağladığını savunurlar.[13] Yüksek maaş politikalarının en doğrudan etkilerinden biri, işçilerin tüketim gücünün artmasıdır. Allen, İngiltere’deki yüksek maaşların, işçilerin yalnızca temel ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda ithal mallar ve lüks tüketim ürünlerini satın almasını sağladığını belirtir. Bu durum, yerel üreticilerin ve ithalatçıların gelirlerini artırarak geniş bir iç pazar yaratılmasına vesile olmuştur. OECD’nin 2018 tarihli raporuna göre, yüksek maaşlar tüketim harcamalarını artırır ve bu, GSYİH büyümesinin önemli bir kaynağıdır.[14] Ayrıca bu durumun düşük gelirli kesimlerde gelir eşitsizliğini azaltarak ekonomik istikrarı güçlendirdiği savunulur.[15] Genel hatlarıyla özetleyecek olursak 20. yüzyılda ABD’de New Deal politikaları kapsamında uygulanan ücret artırımları da ekonomik durgunluğu aşmada kritik bir rol oynamıştır.[16] Fransız ekonomist Thomas Piketty, gelir eşitsizliğinin azaltılmasının uzun vadeli ekonomik büyümenin sürdürülebilirliği için hayati olduğunu savunur.[17] Yüksek maaşlar, bireylerin eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimini artırarak daha üretken bir işgücü yaratır ve bu durum ekonomik verimliliği artırır.

İşçiler Bu Meselenin Neresinde?

Yüksek maaş politikaları, yalnızca ekonomik büyümeyi teşvik etmekle kalmaz, aynı zamanda toplumun kültürel yapısını, eğitim seviyesini ve genel refahını olumlu yönde etkileyerek daha sürdürülebilir bir toplumsal düzen oluşturur. Bazı akademik çalışmalar, yüksek maaşların işçilerin eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi temel hizmetlere erişimini artırarak toplumsal istikrarı nasıl güçlendirdiğini vurgulamaktadır. Yüksek maaşların en önemli toplumsal etkilerinden biri, işçi sınıfının eğitime daha fazla yatırım yapmasını sağlamasıdır. Allen, İngiltere’deki yüksek maaşların, ailelerin çocuklarını okula göndermesine olanak tanıyarak okuryazarlık seviyesini artırdığını belirtir.[18] Bu durum, işgücünün daha nitelikli hale gelmesine ve teknolojik yeniliklerin daha hızlı benimsenmesine katkıda bulunmuştur. Thomas Piketty de benzer şekilde, eğitim yatırımlarının gelir eşitsizliğini azaltmada ve toplumsal hareketliliği artırmada kritik bir rol oynadığını savunur.[17] Modern örneklerde, İskandinav ülkelerindeki yüksek maaş politikalarının, yüksek eğitim seviyeleri ve iş güvencesiyle birleşerek toplumsal refahı artırdığı görülmektedir.[19] Yüksek maaşlar, işçilerin daha iyi beslenme, barınma ve sağlık hizmetlerine erişmesini sağlar. Allen, İngiltere’deki yüksek maaşların işçilerin daha fazla et tüketerek daha sağlıklı bir yaşam sürmesine olanak tanıdığını belirtir.[20] Bu hem fiziksel gücü hem de işgücü verimliliğini artırmıştır. OECD’nin raporlarına göre, yüksek maaş politikaları, düşük gelirli kesimlerde kronik hastalıkların azalmasına ve yaşam süresinin artmasına da katkıda bulunmaktadır.[14] Örneğin, Almanya’daki sosyal güvenlik sisteminin yüksek maaşlarla desteklenmesi, toplumun genel sağlık düzeyini artırmış ve işgücü kayıplarını azaltmıştır.[21] Yüksek maaşlar, işçilerin ekonomik güvenlik hislerini artırarak toplumsal huzursuzlukları azaltır. Allen, İngiltere’deki yüksek maaşların Sanayi Devrimi sırasında işçi grevlerini ve huzursuzlukları en aza indirdiğini ifade eder. Nitekim toplumsal istikrarın sağlanması, yalnızca işçiler için değil, aynı zamanda işletmeler ve devletler için de faydalıdır. ABD’nin eski çalışma bakanlarından Robert Reich, yüksek maaşların orta sınıfın güçlenmesine katkıda bulunarak daha dengeli bir toplumsal yapı yarattığını savunmuştur.[22] Reich, bu tür politikaların siyasi istikrarı ve ekonomik dayanıklılığı güçlendiren uzun vadeli bir strateji olarak görülmesi gerektiğini ifade etmiştir. Reich’e göre, ekonomik eşitsizlik azaldığında orta sınıf güçlenir ve bu hem ekonomik büyüme hem de siyasi istikrar için kritik bir temel sağlar. Bu görüşler, özellikle ABD’deki gelir eşitsizliğini eleştiren politikaların dayanak noktası olmuştur. Reich, özellikle orta sınıfın zayıfladığı toplumların siyasi kutuplaşmaya ve ekonomik dengesizliklere açık hale geldiğini savunur. Aynı zamanda yüksek maaşların, işçi sınıfının entelektüel ve kültürel gelişimine olanak tanıdığı çeşitli iktisatçılar tarafından savunulmaktadır. ABD’li ekonomist Deirdre McCloskey, işçi sınıfının artan refahının, 18. ve 19. yüzyıllarda kültürel dönüşümlere öncülük ettiğini belirtir.[23] Yüksek maaşlar sayesinde işçiler, daha fazla kitap ve gazeteye erişim sağlayarak bireysel ve toplumsal bilincin yükselmesine katkıda bulunmuştur. McCloskey’ye göre, yüksek maaşlar işçi sınıfına “saygınlık” kazandırmıştır. Bu saygınlık, işçilerin kendi yaşamlarına ve toplumsal statülerine yönelik algılarını olumlu yönde değiştirmiştir. İşçiler, gelir artışıyla birlikte daha fazla kültürel ve entelektüel etkinliğe katılma imkânı bulmuş; kitap, gazete ve diğer bilgi kaynaklarına erişimleri artmıştır.[24] Bu durum, bireysel bilincin yükselmesini sağlamış ve geniş çaplı bir kültürel dönüşüme yol açmıştır. McCloskey, yüksek maaşların “geniş bir burjuva değerler sistemini” teşvik ettiğini ve bu değerlerin modern demokrasilerin gelişimine katkıda bulunduğunu belirtir. Bu sistem, bireylerin ekonomik refahla birlikte sosyal haklarını da talep etmesine olanak tanımıştır.[25] Yüksek maaş politikalarının bir diğer önemli etkisi, kadınların işgücüne katılımını artırarak toplumsal eşitlik üzerinde olumlu bir etki yaratmasıdır. Özellikle 20. yüzyılda, yüksek maaşlar sayesinde kadınlar, ev içi rollerden çıkarak ücretli işlerde daha fazla yer almaya başlamıştır. McCloskey, bu dönüşümün yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal değerler üzerinde de etkili olduğunu savunur. Kadınların artan gelir seviyeleri, hane içindeki ekonomik karar süreçlerine daha fazla katılım sağlamış ve toplumsal cinsiyet eşitliği açısından önemli bir dönüşüm yaratmıştır. Ayrıca McCloskey, işçilerin artan ekonomik gücünün demokratik hak taleplerini artırdığını ve siyasi sistemin daha katılımcı bir yapıya dönüşmesine yardımcı olduğunu belirtir. Özellikle 19. yüzyılda, işçi sınıfının ekonomik ve toplumsal yükselişi, seçme ve seçilme hakkı gibi demokratik reformların temelini oluşturmuştur. Günümüzde, yüksek maaş politikalarının sanat, spor ve diğer kültürel etkinliklere olan yatırımları artırdığı gözlemlenmektedir. Örneğin İsveçli siyaset bilimci Jonas Pontusson, çalışmasında İskandinav ülkelerinde yüksek maaş politikalarının bir sonucu olarak halk nazarında sanat ve kültür aktivitelerine katılım oranının oldukça yüksek olduğuna değinir.[26] Pontusson’a göre İskandinav modeli, yüksek maaşların yanı sıra güçlü bir sosyal güvenlik ağıyla desteklenmektedir. Bu kombinasyon, bireylerin ekonomik belirsizliklere karşı korunmasını sağlayarak toplumsal dayanışmayı güçlendirir. Ayrıca yüksek maaş politikalarıyla birlikte sunulan ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetleri, işgücünün daha yetkin hale gelmesine olanak tanır.[27] Bu bağlamda, yüksek maaş politikaları yalnızca bir ekonomik araç değil, aynı zamanda toplumsal bütünlüğün korunması için bir mekanizma olarak görülür. Pontusson, İskandinav ülkelerindeki düşük suç oranlarının, yüksek maaş politikaları ve güçlü sosyal güvenlik sistemleriyle yakından bağlantılı olduğunu savunur.[28] ABD’de yapılan bir çalışma da asgari ücret artışlarının suç oranlarında belirgin bir düşüşe yol açtığını ortaya koymuştur.[29] Bu, yüksek maaş politikalarının yalnızca bireysel refahı değil, aynı zamanda toplumsal huzuru da artırabileceğini göstermektedir.

Özetlemem gerekirse, işçilere yüksek maaş verilmesi bireysel refahı artırarak ekonomik büyümeyi ve toplumsal dengeyi güçlendiren bir politikadır. Yüksek maaşlar, işçilerin temel ihtiyaçlarının ötesinde daha kaliteli bir yaşam sürmelerine olanak tanır ve geniş bir tüketim pazarı oluşturarak ekonomik dinamizmi artırır. Ayrıca, yüksek maaşlar eğitim ve sağlık gibi temel hizmetlere erişimi artırır, toplumsal hareketliliği teşvik eder ve gelir eşitsizliğini azaltır. Bu durum yalnızca bireyler için değil, toplumsal istikrar ve demokratik yapıların güçlenmesi için de önemlidir.

Bu bağlamda ifade edebilirim ki; Türkiye’de toplumsal çatışmaları, otoriterliği, derin yoksulluk krizini ve ekonomik istikrarsızlığı önlemenin yolu işçilere hak ettikleri ve layık oldukları refahı sunmaktan geçiyor.

Aralık 2024.

Alp Emeç

Dipnotlar:

  1. Robert C. Allen, Why Was the Industrial Revolution British?, (Yale University, 2010), 2-3.
  2. Ibid., 3.
  3. Ibid., 4.
  4. Ibid., 5.
  5. Ibid., 6.
  6. Ibid., 7-8.
  7. Ibid., 9.
  8. Ibid., 10.
  9. Kenneth Pomeranz, The Great Divergence: China, Europe, and the Making of the Modern World Economy (Princeton: Princeton University Press, 2000), 20-22.
  10. Ibid., 25.
  11. Robert C. Allen, Why Was the Industrial Revolution British?, (Yale University, 2010), 4-5.
  12. Sir John Hicks, The Theory of Wages (London: Macmillan, 1932), 124-25.
  13. Daron Acemoğlu ve James Robinson, Why Nations Fail: The Origins of Power, Prosperity, and Poverty (New York: Crown Business, 2012), 280-83.
  14. OECD, How Wages Drive Economic Growth, (Paris: OECD Publishing, 2018), 10-12.
  15. Ibid., 15.
  16. Claudia Goldin ve Robert A. Margo, “The Great Compression: The Wage Structure in the United States at Mid-Century,” The Quarterly Journal of Economics 107, no. 1 (1992): 1-34.
  17. Thomas Piketty, Capital in the Twenty-First Century (Cambridge: Harvard University Press, 2014), 250-54.
  18. Robert C. Allen, Why Was the Industrial Revolution British?, (Yale University, 2010), 5-6.
  19. Jonas Pontusson, Inequality and Prosperity: Social Europe vs. Liberal America (Ithaca: Cornell University Press, 2005), 100-103.
  20. Allen, Why Was the Industrial Revolution British?, 8-9.
  21. Reinhard Busse ve Miriam Blümel, Health Systems in Transition: Germany Health System Review (Copenhagen: WHO Regional Office for Europe, 2014), 120-23.
  22. Robert Reich, The Work of Nations: Preparing Ourselves for 21st Century Capitalism (New York: Knopf, 1991), 112-15.
  23. Deirdre McCloskey, Bourgeois Dignity: Why Economics Can’t Explain the Modern World (Chicago: University of Chicago Press, 2010), 200-203.
  24. Ibid., 210.
  25. Ibid., 215-18.
  26. Pontusson, Inequality and Prosperity, 110-12.
  27. Ibid., 115-17.
  28. Ibid., 110-12.
  29. McCloskey, Bourgeois Dignity, 200-205.
Çı̇n’ı̇n Kuşak Ve Yol Gı̇rı̇şı̇mı̇ Kapsamında Orta Asya’dakı̇ Yumuşak Gücü: Batılı Tanımların Ötesı̇

Birçok değişimden geçmiş olan Çin devleti, halen ticaretten siyasete dünya çapında etkili olmaya devam etmektedir. Çin devlet başkanı Xi Jinping’in duyurduğu büyük ‘Kuşak Yol Girişimi’ ile Çin’in ekonomik, siyasi etkisi daha sık tartışılmış, kültürel etkileşim ile Çin’in yumuşak gücü de tartışmaya açılmıştır.

Çin’in yumuşak gücü, Xi’nin başlattığı Kuşak ve Yol Girişimi bağlamında tartışılsa da daha önce Hu Jintao tarafından da dile getirilmiştir. Çin’in etkisi birçok bölgeyi kapsamakla birlikte, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında gelişen ilişkileri ve Çin’in yumuşak gücünü analiz ederken Orta Asya’dan bahsetmek önemlidir. Bu analiz, özellikle Orta Asya bölgesine odaklanarak Çin’in yumuşak gücünü KYG bağlamında incelemeyi amaçlamaktadır.[1]

Orta Asya, yeraltı kaynakları ve Çin Rusya Hindistan gibi ülkelerle coğrafi yakınlığı sebebiyle önem arz etmiş olup ”İkinci Orta Doğu” olarak da tanımlanmıştır. Bu kavram genellikle altyapı zenginliği sebebiyle kullanılmışsa da Orta Asya dünya tarihi ve kültüründe de önemli yere sahiptir. İngiliz coğrafyacı Mackinder, küresel hakimiyet için Avrasya Kalpgahı’nın (Heartland) stratejik önemini belirtmiş fakat Sovyetler Birliği’nin bölgenin bu stratejik potansiyalini kullanamadığını tartışmıştır. Sovyetlerin yokluğu da bölgeyi küresel güçlerin rekabeti için ideal hale getirmiş, Çin de bu küresel satranç tahtasında etkin bir oyuncu olmayı hedeflemiştir.[2]

Orta Asya bölgesi, coğrafi konumu ve yeraltı kaynakları sebebiyle Çin’in sınır güvenliği ve dış dünya ile ilişkisinde stratejik öneme sahiptir ancak Çin’in dünya vizyonu, dış dünya ile ilişkilerinde ekonomik kalkınmayı vurgularken kültürünün tanıtımını da öne çıkarmaktadır. Çok sektörlü KYG girişimi, ekonomik ve altyapı yatırımlarının yanı sıra kültürel etkileşimi de hedefleyerek Çin’in vizyonunun tarihsel yankıları olduğunu kanıtlamakta ve yumuşak güç ile kalkınma arasındaki ilişkiyi ortaya koymaktadır. Ekonomi, Çin’in yükselişinde ve vizyonunda önemli bir rol oynarken, aynı zamanda liderliğe giden yolda siyasi ve kültürel etkiye giden bir araç olmuştur. [3][4][5]

i’nin engelsiz ticaret, finansal entegrasyon ve insanlar arası bağlar ve artan bağlanabilirlik bağlamında tanıttığı KYG; ortak araştırma, kültürel ve akademik geziler gibi birçok alanda entegrasyonu teşvik etmektedir ancak süreç devam etmektedir ve bu hedeflere ne ölçüde ulaşıldığı halen tartışılmaktadır. [6]

Xi, “Çevre Diplomasisi Çalışma Konferansı” nda da Çin’in komşu ülkeleriyle ilişkilerine vurgu yaparak, bu bağlamda geliştirilmesi gereken ilişkilerin sadece ekonomik ve güvenlik kapsamında değil, kültürel iletişim şeklinde de olacağına değinmiştir. Bu bağlamda Çin, dünya görüşünü ve dünya düzenindeki konumunu oluşturmak için kendi periferisine önem vermekte ve bu bağlamda kültürü önemli bir araç olarak kullanmaktadır. Bu bağlamda Çin çeşitli coğrafyalar ile karşılıklı fayda ilkesi doğrultusunda ilişkilerini yapılandırmaktadır.[7]

Çin’in kendi dünya görüşünü, geleneklerini ve kültürlerini tanıtma girişimleri KYG girişiminden önce de kendini göstermiştir. 2008 Pekin Olimpiyatları sırasında kültürel unsurları kullanma politikası, Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında farklı ülkelerde düzenlenen İpek Yolu Uluslararası Sanat Festivali, Deniz İpek Yolu Uluslararası Sanat Festivali ve İpek Yolu (Dunhuang) Uluslararası Kültür Fuarı gibi girişimlerle pekiştirilmiştir. Çin’in kültürünü tanıtma girişimi, dünya görüşünü yapılandırmanın yanı sıra iş birliği yaptığı ülkelerle ortak noktalar geliştirerek medeniyetler arası etkileşimi, bu yolla kalkınmayı hedeflemektedir.[8]

Çin’in büyüyen ekonomik ve askeri etki alanı, kendi dünya görüşünün etkisi ve artan siyasi ve sosyal etki alanı ile Çin tehdidi algısının artmasına neden olmuştur. Bu olumsuz klişeyi kırmak için Çin, bölgelerin ekonomik kalkınmasını desteklemenin yanı sıra, özellikle Kazakistan’da dikkat çeken Çin üniversitelerinde eğitim teşvikleri ve burslar sağlıyor. [9]

Al-Farabi Üniversitesi’nden Gaukhar Nursha, Çin’in kültürel entegrasyon bağlamındaki eğitim teşviklerinin Orta Asya ülkelerinden gelen öğrenciler için cazip olmasının nedenlerinden birinin ekonomik avantajlar sunması olduğunu savunuyor. Bu da Çin algısında kültür ve ekonominin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğini gösteriyor. Buna karşılık, Batı’nın farklı bölgelerdeki yumuşak güç varlığı Çin’inkinden farklı değerlendirilmelidir.  Çin’in birçok bölgedeki önemli yumuşak güç girişimlerinden biri olan Konfüçyüs Enstitülerinin Orta Asya’da istenen etkiyi yaratamadığı ve özellikle Kazakistan ve Kırgızistan’da sınırlı kaldığı ileri sürülmektedir. Bunun nedeni Çin’in “yumuşak gücünün” Batı’nın yumuşak güç kavramından doğası gereği farklı olmasıdır. Yumuşak güç kavramının Orta Asya’da uygulanmasının zorluğundan bahseden Gaukhar, Orta Asya halklarının Çin ile ilişkilerini ikili ekonomik çıkarlar temelinde yapılandırdığını savunmaktadır.[10]

Yumuşak Güç kavramını literatüre kazandıran Joseph Nye, Çin’in yumuşak güç girişimleri kapsamında KYG’yi ABD’nin yani Batı’nın yumuşak gücü ile karşılaştırmış; Çin’in karşılaştığı zorluklara örnek olarak komşu ülkelerdeki sorunları ve Çin devletinin müdahaleciliği nedeniyle sivil toplum kuruluşlarının eksikliğini göstermiştir.  Mao döneminin yumuşak güç etkisinin daha da yüksek olduğuna dikkat çekerek, KYG kapsamındaki yatırım politikalarının yumuşak güç hedefleri olsa da daha çok sert güç olduğuna değiniyor.[11]

Burada önemli olan yumuşak güç ve sert güç kavramlarının tanımlanmasıdır. Batı’nın yumuşak gücü ve bu bağlamda liberal değerler ve liberal kurumların yanı sıra ideolojik çizgiler ve sivil toplum kuruluşları ‘medeniyet’ ayaklarını oluşturmaktadır. Yumuşak güç kavramı temelde Batı perspektifinden bir kavram olduğu için farklı kültürlere sahip ülkelerin kültürel bakış açılarını ya da etkilerini bu çerçevede değerlendirmek zor ve eksik kalabilir. Fakat teorikte yumuşak güç kavramı, Konfüçyüsizm etkisi taşıyan Çin siyasetine uyum sağlamakta, Batı’ya karşın ortak kalkınma amacı güden Çin’in güçlü bir alternatif oluşturacağı tartışılmaktadır.[12] Fudan Üniversitesinden Profesör Wang Huning’de Çin’in kültürel mirası sebebiyle yumuşak güçü etkili bir şekilde kullanmada başarılı olacağını belirtmiştir.[13]

Örneğin Japonya ve Kore’nin kültürel etkisi Batı’da daha etkili olarak tasvir edilmektedir. Bu onların yumuşak güç geliştirmedeki başarılarından daha fazlası olabilir. Saldırgan realizmin teorisyeni Mearsheimer, Çin’in yükselişi sürecinde Japonya ve Kore de dahil olmak üzere komşu ülkelerin ABD ekseninde konumlanacağını savunmaktadır.  Başka bir deyişle, çoğumuzun anladığı ve kullandığı şekliyle ‘yumuşak güçlerinin’ gelişimi Batı ile olan ilişkileriyle de ilgili olabilir mi?[14][15]

Çin’in yumuşak güç konusunda tamamen başarısız olduğu iddiası, Çin’in yükselişini ve etkisini göz ardı etme eğilimindedir. Tartışılması gereken Çin’in yumuşak gücünün yetersizliği değil, kavramın belirli noktalardaki yetersizliğidir. Çin’in değer yaratma ölçekleri Batı’dan farklı olduğu için Konfüçyüs Enstitüleri gibi girişimler içerisinde kendi özgün değerlerini yaratmaya çalışmışlardır. Çin kendi tarihsel arka planı içerisinde kendi kriterlerini ve değerlerini oluşturmaya çalıştığı için görünürlüğü en çok kendi etki alanında belirginleşmektedir. Batı toplumunun, Çin’in görünürlüğünü engellemek, geciktirmek ya da görmezden gelmek amacıyla, böyle bir eğilim çerçevesinde, Çin’in çevresindeki ülkelere ve kültürlere Avrupa etkisini aşılamaya çalıştığı ileri sürülebilir.

Çin’in yumuşak gücünü Batı’nınkinden ayırırken, her ikisinin de kapitalist kazanımlardan yararlandığını, ancak Çin’in konumlanışının genellikle ABD emperyalizmine karşıt olarak şekillendiğini ve Batı etkisinden farklı bir kimlik arayışında olduğunu görüyoruz. Çin’in Kuşak ve Yol Girişimi kapsamında Orta Asya’daki varlığı, genellikle ekonomik olmakla birlikte kültürel diplomasinin stratejik bir bileşenini de içeriyor. Çin’in politikalarını yalnızca Batılı yumuşak güç perspektifinden incelendiğinde, Çin’in kendine özgü kültürel ve ideolojik temellerini gözden kaçırma riskiyle karşı karşıya kalınır. Çin’in yükselişini anlamak, tarihsel ve kültürel motivasyonlarını tanıyan ve böylece küresel düzendeki rolüne dair daha kapsamlı bir bakış açısı sağlayan, daha geniş bir analitik mercek gerektirmektedir.

Kaynaklar:

Bawa, Jagmeet, and Ashish. 2023. “China’s Grand Strategy for Tajikistan: Challenges and Threats.” Asian Journal of Political Science 31 (2): 125–39. doi:10.1080/02185377.2023.2226880.

Birgül, S., and O. Yılmaz. “Çin’in Orta Asya’da Yumuşak Gücü.” International Social Sciences Studies Journal 6, no. 58 (2020): 1142–1150.

 FUNG BROS., “Why Chinese Culture Is Not As Cool As Korean or Japanese,” YouTube video, 2022   https://www.youtube.com/watch?v=QEJNUAs1NpU

Gokireddy, Hilma Bindu. “China’s Increasing Influence in Central Asia.” ORCA Asia. August 28, 2023. https://orcasia.org/article/408/chinas-increasing-influence-in-central-asia.

“Hu Jintao Calls for Enhancing ‘Soft Power’ of Chinese Culture.” China Today. October 17, 2007. http://www.chinatoday.com.cn/17ct/17e/1017/17e1720.htm.

Jacques, Martin, and Stephen Peterson. When China Rules the World: The End of the Western World and the Birth of a New Global Order. New York: Penguin Books, 2009.

Kourmanova, Aitolkyn. “China’s Belt and Road Initiative and its Impact in Central Asia – Voices On Cental Asia.” Voices on Cental Asia, February 2, 2018. https://voicesoncentralasia.org/chinas-belt-and-road-initiative-and-its-impact-in-central-asia/.

Mearsheimer, John J. “The Gathering Storm: China’s Challenge to US Power in Asia.” The Chinese Journal of International Politics 3, no. 4 (2010): 381-396. https://doi.org/10.1093/cjip/poq016.

Dipnotlar: