Ünlü bir tanıma göre, ulus hayal edilmiş bir siyasi topluluktur.[1] Bu tanım bağlamında ulus olgusunun modernitenin bir eseri olduğu ve dolayısıyla özü itibariyle ulusların, modern ulusçuluğun bir sonucu, deyim yerindeyse de bir inşa eseri olduklarını ifade edebiliriz.[2] Bununla beraber yine de, Gellner’in iddialarının aksine, modern milliyetçilik öncesi, yatay olarak bölünmüş ve birbirlerinden izole insan kümelerinden ibaret değildi.[3] Bir toprağa aidiyet duygusu ve bağlılıkla şekillenen, pre-modern bir ortak kimlik tahayyülünün ortaçağ’da varolduğunu, örneğin Cemal Kafadar Anadolu, Len Scales ise Almanya üzerinden göstermektedir.[4] Tabii ki bu tasavvurlara modern anlamda ulusçuluk demek anakronik kaçacaktır.[5] Nitekim modern anlamda Türk ulusçuluğu da modern çağların bir ürünü niteliğindeydi.
Türk ulusçuluğunun kökenleri 19. Yüzyılın ortalarına kadar dayanıyor olmasına rağmen,[6] Anadolu coğrafyasında modern anlamıyla “ulus” olgusunu inşa etme misyonu Kemalist devrime kalmıştı.[7]) Bu sebeple örneğin Niyazi Berkes, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Türk devleti olduğunu yazacaktı.[8] Türk Devrimi, Türk ulusçuluğunu en temel bileşenlerinden birisi olarak kabul etmişti.[9] Çünkü Kemalistlerin düşüncesine göre, ulus devlet dönemin şartlarına en elverişli ve uygun örgütlenme biçimiydi.[10] Fakat buradaki esas tartışma, Kemalizm’in benimsediği ulusçuluğun niteliği bağlamında baş göstermektedir. Yani Atatürk milliyetçiliğinin mahiyet bakımından ne tip bir ulusçuluk olduğu sorusu, on yıllardır Türk tarih yazımını meşgul eden bir meseledir. Esasında burada analizi zorlaştıran olgu, milliyetçilik fikrinin pratikte her zaman tutarlı, çelişkilerden azade ve weberyan bir ideal tipe yakınsayan cinsten tezahür etmiyor olmasıdır. Şöyle ki, pratikte ulusçuluklar her zaman sivil ve etnik kavrayışları değişen oranlarda bünyelerinde bulundururlar.[11] Dolayısıyla bir araştırmacıya düşen görevse, hangi anlayışın daha hegemon olduğunu, başka bir deyişle kurumsallaştığını saptamaktır. Tabii ki ulusçuluk çok boyutlu bir fenomen olduğundan, bu epey güç bir meseledir. Örneğin bu işe eğilmek için aynı anda hem elitlerin fikir dünyalarını, hem de pratikte uygulanan ulusallaştırma politikalarının niteliğini tahlil etmek gerekmektedir. Ben bu yazımda, yer kısıtı sebebiyle, sadece Kemalist elitlerin Türk ulusçuluğu anlayışlarına eğileceğim, yani salt olarak teorik eksendeki Kemalist ulusçuluğu değerlendirmeye gayret edeceğim.
Doğal olarak Kemalist elitlerin[12] tahayyülündeki Türk ulusçuluğunu kavramak için ilk olarak Atatürk’ün milliyetçilik anlayışına bakmak gerekmektedir. Burada Atatürk’ün kendi zihniyetindeki ideal ulusçuluk tahayyülünü ele aldığı elyazmaları, Atatürk’ün ulusçuluk anlayışını anlamamız için bizlere birtakım sağlam ipuçları sunabilir. Bilhassa Atatürk’ün iki El-Yazması bu konuda çok önemlidir. İlki 1926 yılına aittir ve “Milliyetler Prensibi” başlığını taşımaktadır. İkincisi de sonradan Afet İnan tarafından Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabıyla kitaplaştırılacak olan elyazmalarıdır.
Atatürk’ün 1926 yılına ait “Milliyetler Prensibi” notları[13] çok önemlidir, çünkü bu notlarda Atatürk doğrudan burada milliyetçilik hakkında kendi kafasındaki düşünceleri kaleme döker. İfade edilmelidir ki 1926 elyazmalarında, özellikle özgürlükçü bir felsefeye dayanan bir milliyetçilik tasavvuru hemen göze çarpmaktadır.[14] Atatürk’ün 1926’da kaleme aldığı bu satırlardan kanımca en önemli kısımsa ulusçuluk tanımını yaptığı yerdir. Atatürk şöyle yazar:
“Millet, aynı toprak parçası üzerinde oturan, aynı kanunlara tabi, ahlak ve dil birliği halinde yaşayan insan topluluğuna denir. Fransız Milleti, Alman Milleti, İspanyol Milleti denir. Kullanırken çoğunlukla ”millet” kelimesiyle ‘kavim” kelimesi karışır. Fakat şu farkla ki millet kelimesiyle siyasi kuruluş anlaşılır. Kavim “peuple” kelimesi ise her şeyden önce kök bağını ve ırkı hatırlatır. Bu fikir üzerinde ısrarla duran Ernest Renan, millet hakkında geçici ve yetersiz unsurları ikinci derecede unsurlar kabul ederek, insan topluluklarının iki şeyinbirleşmesiyle millet haline geldiğini açıklamaktadır. Bunlardan birincisi zengin bir geçmişin mirasını paylaşmak, diğeri beraber yaşamak hususun da arzu ve fikir birliğidir. Beraber yaşamak hususundaki istek ve karşılıklı anlaşma sahip olunan mirasın korunmasında devam eden irade birliğinin sonucudur. Geçmişte ortak zafer ve kurulmuş miras gelecekte ortaya çıkarılacak ve gerçekleştirilecek programların temelini kapsayacaktır. Beraber ıstırap çekmiş olmak, beraber sevmiş olmak, beraber aynı ümitleri yaşamış olmak, hudutlardan yabancıların giriş ve çıkışlarların kayıtlanmasından, gümrüklerden ve stratejik zorunluluklardan daha önemlidir. İşte milli birlik ve beraberlik zorununda ırk ve dil anlaşmazlığına rağmen -anlaşılması gereken bu’dur.”[13]
Yukarıdaki satırlardan görülebileceği üzere, Atatürk, “kavim” (kök bağı ve ırk) ile “millet”i (siyasi kuruluş) ayrıştırmakta ve ardından da kendi millet tanımını formüle ederken de; düşüncelerini, Ernest Renan üzerinden ifade etmektedir. Renan, bilindiği üzere, Sivil Milliyetçiliğin ve Fransız tipi millet nosyonunun babasıdır. Nitekim Atatürk, kendi ulus tanımında Renan’a atıf yapması ve onu örnek göstermesinin, Atatürk’ün sivil milliyetçi bir anlayışa yaklaştırdığını söylemekte fayda vardır.
Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, bilindiği üzere, Atatürk’ün elyazmalarının kitaplaştırılmış halidir. Kitapta da ulus mefhumu üzerinde detaylıca durulması sebebiyle, kitaptaki kavramsallaştırmalara bakarak, Atatürk’ün ulusçuluk anlayışını kavramaya çalışabiliriz. Atatürk, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında türk milletinin temelindeki faktörleri şöyle yazar;
“Türk milletinin teessüsünde müessir olduğu görülen tabii ve tarihi vakıalar şunlardır: a) Siyasi varlıkta birlik, b) Dil birliği, c) Yurt birliği, d) Irk ve menşe birliği, e) Tarihi karabet, f) Ahlaki karabet” [15]
Görülebileceği üzere Atatürk bir ırk ve menşe birliğinin Türk milletini oluşturan etkenlerden birisi olduğunu ifade eder. Birçok çalışma da Atatürk’ün bu cümlesini Kemalist milliyetçiliğin etnik vehçesi bağlamında yorumlamayı uygun görmüştür.[16] Fakat böyle bir sonuca varmadan önce, birazcık ihtiyatlı olmak gerektiği düşüncesindeyim. Atatürk sadece bu satırlarda değil, farklı birçok konuşmasında da birkaç kez ırk söylemini kullanmıştı. Dolayısıyla sonuca varmadan önce, 1930’larda ırk kavramının tam olarak ne anlama geldiğini ve Atatürk’ün de bu sözcüğü hangi bağlamda kullandığını irdelemek gerekmektedir. Mesela Zafer Toprak, ırk sözcüğünün, erken cumhuriyet döneminde, etnik köken ile beraber millet ve antropolojik köken anlamına da geldiğini kaydetmekteydi.[17] Türk Tarih Tezi’nde de bilindiği üzere yoğun bir ırk söylemi bulunmaktaydı,[18] ama bu ırk söylemi, etnik kökenden ziyade, latin antropolojisi bağlamında kullanılmakta ve ırkçı bir yönelimle pek alakası bulunmamaktaydı. Bu hususu en net bir şekilde Türk tarih tezinin en önde gelen kişilerinden olan Eugene Pittard’da görmekteyiz. Pittard, ırk nosyonunu etnisite olarak değil, antropolojik mahiyet olarak kullanmaktaydı.
Türk Tarih Tezi de Pittard’ın bu anlayışı üzerine bina edilmişti.[19] Ayrıca Antropolojik anlamla beraber, 1930’larda “ırk” ifadesi biyolojik anlamdan daha fazla ulus bağlamında da kullanılmaktaydı.[20] Bundan ötürü Atatürk’ün kullandığı “ırk” ifadesini etnik bağlamda yorumlamak isabetli olmayacaktır.[21] Nitekim kendisi de Vatandaş İçin Medeni Bilgiler’de “Irk ve Menşe Birliği”ni şöyle açıklar: “Türk milletinin her kişisi, birtakım farklarla ve fakat umumi surette birbirine benzerler.”[22] Böylece de Atatürk’ün ırk sözcük seçiminden kastının etnisiteyi değil; vatandaşlar arası antropolojik benzerlik olduğu sonucunu rahatlıkla çıkarabiliriz. Ama yine de çok önemli bir detayı atlamamalıyız, burada Atatürk kendi kafasındaki ulus kavramsallaştırmasını açıklamıyordu; Türklerin “teessüsünde müessir olduğu görülen tabii ve tarihi vakıalar”dan bahsediyordu. Birkaç sayfa sonra ise Atatürk kendi kafasındaki ideal ulus tanımını şöyle ifade edecekti:
“Millet hakkında ikinci derece unsurları kaale almayarak mümkün olduğu kadar her millete! Uyabilecek bir tarifi biz de alalım: a) Zengin bir hatıra mirasına sahip bulunan, b) Beraber yaşamak hususunda müşterek arzu ve muvafakatta samimi olan c) Ve sahip olunan mirasın muhafazasına beraber devam hususunda iradeleri müşterek olan insanların birleşmesinden vücuda gelen cemiyete millet namı verilir.”[23]
Atatürk, açıkça görülebileceği üzere, ilk başta “teessüsünde müessir olduğu görülen tabii ve tarihi vakıalar” olarak gösterdiği, menşe gibi bazı etkenlerin kendi tasavvur ettiği ulus olgusunda sadece ikinci derece bir unsur olduğunu ifade eder ve bu yüzden de ulus tanımını da bu “ikinci derece unsurları kaale almayarak” yapar. Diğer bir deyişle, Atatürk Medeni Bilgiler kitabında, ırk ve menşe birliğini ikinci derece unsur olarak ifade etmekte ve bu yüzden de bu olguları kendi millet tanımına dahil etmemektedir.[24] Nitekim Atatürk’ün Medeni Bilgiler’de yaptığı ulus tanımı esasında aşağı yukarı Ernest Renan’ın tanımlamasıyla aynıdır. Zaten yukarıda da Atatürk’ün 1926 elyazmalarında Renan’a atıf yaparak kendi ulus tanımını formüle ettiğini ifade etmiştik. Her ne kadar Renan’ın ismi Medeni Bilgiler’de telaffuz edilmese de etkisi barizdir. Öyle ki bu husus araştırmacıların dikkatinden de kaçmamıştır.[25])
Atatürk’ün kendi kafasındaki ideal ulus tanımını kaleme döktüğü bu iki metin bize Atatürk’ün sivil milliyetçi anlayışa yakın olduğunu göstermektedir. Fakat sadece bu iki metinle sınırlı kalmamalı, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışını gösteren diğer demeç ve metinleri de analizimizin kapsamına almalıyız. Öncelikle Atatürk’ün birçok konuşmasından da görebileceğimiz üzere, Gâzi “Türkiye Halkı” ile “Türk Milleti/Halkı” kavramlarını ikameli olarak, birbirlerinin yerine sıklıkla kullanmaktaydı. Örneğin Atatürk elyazmalarında şu ünlü cümleyi yazmıştı: “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.” cümlesini yazmıştı.[26] Bundan ötürü ifade edebiliriz ki, Atatürk’ün nezdinde “Türk milleti” “Türkiye Cumhuriyeti Halkı” ile aynı anlamı çağrıştırmaktaydı.
Üstelik Atatürk’ün fikri dünyasında ulusçuluğu tamamlayan evrenselci bir yönelim de görmekteyiz. Yani Atatürk’ün kafasındaki ulusal kimlik, evrenselliği açık bir nitelikteydi.[27] Atatürk’ün şu demeci bunun önemli bir örneğidir: “(…) bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin saadetine hâdim olmağa elinden geldiği kadar çalışmalıdır. [28]
İfade edilmeli ki, evrenselci (küreselcilik ile evrenselcilik farklı şeylerdir) yönelim ile ulusçuluk, Andrew Mango’nun da ifade ettiği gibi, Kemalizm nezdinde birbirlerini tamamlayan parçalardır.[29] Zira Kemalist ulusçuluk kendisini geniş evrensel nitelikteki muasır medeniyetlerin bir uzvu olarak telakki etmişti.[hasan ali yücel] Bu evrensel tasavvurun muhtevasını Atatürk bir konuşmasında şöyle dile getiriyordu: “Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünden yok olacak ve yerlerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı geçecektir.”[30] Bu tavrı dönemin birçok simasında da açıkça görebiliriz. Mesela Şükrü Kaya şöyle demekteydi: “Bizim milliciliğimiz, medeni insanlık içinde, onun esaslı bir unsuru olarak, insanlığın yücelip yükselmesine ve bütün dünyayı mutluluk ve refah içinde yaşatmaya yönelmiş bir milliciliktir.[31] Genel olarak 1930’ların Kemalist hukukçuları da hümanist ve evrensel bir kamu hukuku nosyonu taraftarıydılar.[32] Hatta 1930’ların Türk yazar ve edebiyatçıları da en azından edebiyat hakkında benzer beynelmilel bir tavra sahiplerdi.[33]) Bu bağlamda da ifade edilebilir ki, Atatürk’ün söylemlerindeki evrenselci erek, gerek tek-parti elitleri arasında ve hatta gerek de 1930’ların entelektüel yaşamının aktörleri arasında da yaygındı.
Ağustos 2025
Dipnotlar:
- Benedict Anderson, Hayali Cemaatler, çev: İskender Savaşır, Metis, 2020, s. 24. İfade edilmeli ki, bu hayal etnik veya yurttaşlık bağlamında temellendirilebilir.↩
- Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, çev: Ersanlı ve Özdoğan, Hil Yayın, 2018, s. 105; Eric Hobsbawm, Milletler ve Milliyetçilik, çev: Osman Akınhay, Ayrıntı, 2010, s. 24.↩
- Ernest Gellner, Uluslar ve Ulusçuluk, 2018, s. 80-3. Neden doğru olmadığı için bak: Len Scales, The Shaping of German Identity: Authority and Crisis 1215-1414, Cambridge University Press, 2012, s. 149-164. Ayrıca Gellner’in genel bir eleştirisi için bak: Ümit Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları, 2020, s. 157-164.↩
- Len Scales, The Shaping of German Identity: Authority and Crisis 1215-1414, 2012; Cemal Kafadar, Kendine Ait Bir Roma, Metis, 2021. Ayrıca bak: Ernest H. Kantorowicz, Kralın İki Bedeni: Ortaçağ Siyaset Teolojisi Çalışması, çev: Ümit Hüsrev Tolsal, BilgeSu, 2018, s. 330-347.↩
- Cemal Kafadar, Kendine Ait Bir Roma, 2021, s. 29. Ayrıca Scales de Ortaçağ’da Alman kimliğinin hayali, inşa eseri ve sınırlı yapısına dikkat çeker: Len Scales, The Shaping of German Identity: Authority and Crisis 1215-1414, s. 25-8. Ayrıca Almanya’daki 19. Yüzyılda ulus inşa politikaları için bak: Felix Kersting, Nikolaus Wolf, On the origins of national identity. German nation-building after Napoleon Journal of Comparative Economics, Volume 52, Issue 2, 2024, s. 463-477. ↩
- David Kushner, Türk Milliyetçiliğinin Doğuşu, çev: Şevkat Serdar Türet, Rekin Ertem, Fahri Erdem, Kervan Yayınları, 1979; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Türkiye İşbankası, Kültür Yayınları, 2023, s. 89-103; Şerif Mardin, Jön Türklerin Siyasi Fikirleri 1895-1908, İletişim, s. 65. Osmanlı’da Türk ulusçuluğunun nispeten geç gelişmesi hakkında bak: Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, 2023, s. 508; Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, Tarık Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasal Partiler, 3. Cilt: İttihat ve Terakki, Bir Çağın, Bir Kuşağın, Bir Partinin Tarihi, İletişim, 2000, s. 376-7. Osmanlı’da “Türk” kavramı için bak: Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Doğuşu, çev: Babür Turna, Arkadaş Yayınları, 2020, s. 450-1; İlber Ortaylı, İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı, Timaş Yayınları, 2018, s. 73; Şevket Süreyya Aydemir, Suyu Arayan Adam, Remzi Kitabevi, 1979, S. 103-4. Ama ayrıca bak: Cemal Kafadar, Kendine Ait Roma, 2021, s. 91-2.↩
- “Bir başka deyişle nesnel olarak Türkler vardı, ama öznel anlamda kendini bu adla tanımlayan ve gören bir gruptan bahsetmek zordu.”(Murat Somer, Milada Dönüş, Koç Üniversitesi Yayınları, 2023, s. 83) Yakup Kadri, Kurtuluş Savaşı dönemini konu alan, Yaban isimli romanında, İtalya’nın kurucularından Aseglio’nun ünlü ” İtalya’yı yarattık, şimdi İtalyanları yaratmak zorundayız” ifadesine andırırcasına şöyle yazmaktaydı: “. Eğer, bize zafer nasip olsa bile kurtaracağımız şey, yalnız bu ıssız toprakla, bu yalçın tepelerdir. Millet nerede? O henüz ortada yoktur ve onu (…) yeniden baştan yaratmak gerekecektir. (Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Yaban, İletişim, 1991, s.173-4↩
- Niyazi Berkes, Atatürk ve Devrimler, Yapı Kredi Yayınları, 2023, s. 181-3.↩
- Dolayısıyla Taner Timur’un deyişiyle, devrimin asgari programını ulusallaşma sorunu oluşturmuştu. Bak: Taner Timur, Türk Devrimi ve Sonrası, İmge Kitabevi, 2013, s. 286.↩
- Bugün hala ulus devlet modelinin, aynen 100 yıl önce olduğu gibi en uygun devlet modeli olduğu düşünmek için yeterli sebeplerimiz olduğu fikrindeyim. Liah Greenfeld, mesela ulus-devletin halkı mobilize etme ve sadakat üretme yeteneğinin henüz hiçbir model tarafından aşılamadığını ifade etmektedir.( Greenfeld, Liah. “Transcending the Nation’s Worth.” Daedalus, vol. 122, no. 3, 1993, pp. 47–62.) Nitekim etno-kültürel bölünmüşlükten muzdarip ülkelerde iç savaş çıkma olasılığı da daha yüksektir. Bak: Esteban, Joan, Laura Mayoral, and Debraj Ray. 2012. “Ethnicity and Conflict: An Empirical Study.” American Economic Review 102 (4): 1310–42.↩
- Anthony Smith, Milli Kimlik, çev: Bahadır Sina Şener, İletişim, 2022, s. 30-1.↩
- Kemalist “elitler” hakkında prospografik bir inceleme için bak: Erik J. Zürcher, Osmanlı’dan Modern Türkiye’ye Bir Ulusun İnşası, çev: Lütfi Yalçın, Akılçelen Kitaplar, 2024, s. 163-8.↩
- Atatürk’ün Millet, Milliyetler Prensibi Hakkında Notları, Yay. Haz. Tülay Duran↩↩
- Mesela Atatürk şöyle yazar: “Özgür olmayan milliyet, reyine bağlandığı güce itaat eder. Bu itaat, özgürlük olmadığı için milletin varlığını saklı tutar. Özgür insan için milliyet gerçek şansların ve ümitlerin kaynağıdır. Özgürlük ne kadar geniş ise bu konudaki hassasiyet de o kadar büyük olur.” Aynı zamanda devletin millet üzerinde kutsal ve üstün bir niteliğe sahip olmadığını da ifade eder: “Devlet, milletlerin ancak bir teşkilat unsurudur, örgütüdür.” Atatürk, esasında bu düşüncesinde muhtemelen Leon Duguit’in realist devlet teorisinden etkilenmişti. Bak: Zafer Toprak, Atatürk Kurucu Felsefenin Evrimi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2021, s. 281-2. Ayrıca Atatürk bahsi geçen notlarda şöyle de yazar: “Demokratik devletin milliyet hislerinin gelişmesi için daha uygun bir ortam olduğu inkar edilemeyen bir gerçektir.”↩
- Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, Devlet Matbaası İstanbul, 1933, s. 13-4.↩
- Örneğin: Ahmet Yıldız, “Ne Mutlu Türküm Diyebilene”: Türk Ulusal Kimliğinin Etno-Seküler Sınırları(1919-1938), İletişim, 2019, s. 223-4; Tanıl Bora, Cereyanlar: Türkiye’de Siyasi İdeolojiler, İletişim, 2020, s. 217; Soner Çağaptay, Türkiye’de İslam, Laiklik ve Milliyetçilik: Türk Kimdir?, çev: Özgür Bircan, 2009, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s. 85.↩
- Zafer Toprak, Cumhuriyet ve Antropoloji, İş Bankası Kültür Yayınları, 2021, s. 276, 315.↩
- Bu konuda bak: Büşra Ersanlı, İktidar ve Tarih: Türkiye’de “Resmi Tarih” Tezinin Oluşumu(1929-1937), İletişim, 2021; Nazan Maksudyan, Türklüğü Ölçmek, Metis, 2021.↩
- “Eugène Pittard’ın “ırk” kavramı yukarıdaki satırlardan da anlaşılabileceği gibi “etnik” nitelik taşımıyordu; “antropolojik” bir içeriğe sahipti Anadolu’da yaşayan tüm insanlar -Kürt olsun, Ermeni olsun, Rum olsun- aynı ırkın mensuplarıydı. Bu insanlar farklı din ve dile mensup olabilirlerdi. Ama ırkları aynıydı. Göçler sonucu Anadolu’ya yerleşmişlerdi. Ortak vasıfları brakisefal olmalarıydı. Tıpkı 1924’te oluşturulan anayasal vatandaşlık anlayışı gibi Eugène Pittard bunların hepsine Türk diyordu. Atatürk öncülüğünde Türk Tarih Tezi hiç olmazsa kuramsal düzeyde- bu varsayımı pedagojik amaçlarla “kesin” bir yargıya dönüştürmüştü.”( Zafer Toprak, Cumhuriyet ve Antropoloji, 2021, s 315.) “Irk kavramı bu nedenle yaygın olmasına karşın, etnik bir içerik taşımıyordu. Irk, Cumhuriyet kadroları için “antropolojik” bir kavramdı. Cumhuriyet’in “uygarlık” anlayışı çok daha kapsayıcı bir nitelik taşıyordu. Temel sorunu Batı’ylaydı. Bu kapsayıcılık antropolojik veriler gereğiydi. Irk, büyük ölçüde fiziki antropolojide kullanılan bir sözcüktü.”(Zafer Toprak, Modern Türkiye Tarihi: Cumhuriyet ve Siyaset, Folkart, 2023, s. 475.↩
- Soner Çağaptay, Türkiye’de İslam, Laiklik ve Milliyetçilik: Türk Kimdir?, 2009, s. 101, 250.↩
- Ayrıca bak: Metin Heper, Devlet ve Kürtler, Doğan Kitap, 2010, s. 140-1↩
- Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 1933, s. 9.↩
- Vatandaş İçin Medeni Bilgiler, 1933, s. 17.↩
- Baskın Oran bu kavramsallaştırma hakkında şöyle yazar: Buradan çıkacak sonuç, Atatürk’ün ulusu oluşturan öğeler arasında ırk öğesini saydığı, fakat ulusun tanımını yaparken ikinci derecede gördüğü için bu öğeyi tanıma katmadığıdır.” (Baskın Oran, Atatürk Milliyetçiliği, Dost, 1988, s. 130.↩
- Şerafettin Turan, Vatandaş İçin Medeni Bilgiler kitabında, Atatürk’ün yaptığı genel ulus tanımı hakkında şöyle yazar: “Kitapta genel anlamda verilen “ulus tanımı” ise, Ernest Renan’ın ünlü tanımını hatırlatmaktadır.” (Şerafettin Turan, Mustafa Kemal Atatürk, Bilgi, s. 475). Ayrıca bak: Hüseyin Sadoğlu, Türkiye’de Ulusçuluk ve Dil Politikaları, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2010, s. 212-3↩
- Afet İnan, Medeni Bilgiler ve M. Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Türk Tarih Kurumu, 2020, s. 351.↩
- Bülent Tanör, Kuruluş, Cumhuriyet Kitapları, 1997, s. 80.↩
- 19 Mart 1937, Tan Gazetesi, s. 10.↩
- Andrew Mango, Atatürk’ün Evrenselliği Üzerine Bir Konuşma, aybay yayın, 1996.↩
- Atatürk’ün Bütün Eserleri, 26. Cilt, s. 144.↩
- TBMM Zabıt Ceridesi, 5. Devre, 16. Cilt, 2. İçtima, otuz üçüncü inikad, 5 şubat 1937, s. 60.↩
- Çelik, H. Seçkin. “MİLLİYETÇİLİK İLE EVRENSELLİK ARASINDA: KEMALİST HUKUKÇULARIN EVRENSEL BİR KAMU HUKUKUNUN İMKÂNINA YÖNELİK YAKLAŞIMLARI”. Çağdaş Türkiye Tarihi Araştırmaları Dergisi 21, sy. 43 (Aralık 2021): 713-39.↩
- 1936 yılında Açıksöz gazetesi “Milli Edebiyat yaratabilir miyiz?” başlığında bir anket yapmıştı. Bu ankete de Behçet Kemal, Yakup Kadri, Hüseyin Cahit, Peyami Safa, Burhan Cahit, Ahmet Emin… gibi dönemin önde gelen 44 muharriri katılım sağlamıştı. İlginç bir şekilde ankete katılan 44 yazardan 30’u “Milli Edebiyat” kavramsallaştırmasına itiraz eder. İtiraz etmeyenler de toplumsal ağırlığı pek olan muharrirler değildir. Bak: Tuncay Birkan, Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri 1930-1960, Metis, 2021, s. 247-273) Birkan, Türk muharrirlerinin verdiği cevaplar hakkında şöyle yazar: “İktisadi ve siyasi zeminlerde milliyetçi olduklarını, bir şekilde otarşiden yana olduklarını bildiğimiz simalar bile sanat ve kültür konusunda “dünyaya açılmak gerekir ki kendimizi bulabilelim” diye özetlenebilecek bir tavır içindedirler.” (Tuncay Birkan, Dünya ile Devlet Arasında Türk Muharriri 1930-1960, 2021, s. 271.↩