Hiç şüphe yoktur ki Kemalizm, Türkiye Cumhuriyeti’nin doğumuna ve yaşamını idame ettirme sürecine belirleyici bir ideoloji olarak damga vurmuştur. 100 yıllık zamanın eli değerken bilhassa toplumsal ve bürokratik konumundaki salınımlarla her zaman dikkatleri üzerine çekmeyi de başarmıştır; ancak çok tuhaftır, bugün hâlâ ne olduğuna yönelik cevap arayışları ve kesif bir belirsizlik durak bilmeden devam etmektedir.  Her bir arayış -başta Kemalistlerin kendi ideolojilerine bakışı (resmî ideoloji) ve akabinde/eşzamanlı olarak dış gözlerin (Marksist, post-yapısalcı) bu bakışa olan bakışı- birbirine taban tabana zıt tarihyazımlarını literatüre armağan etmiş ve netice itibarıyla fiili bir “post-truth” sahası vücuda getirmiştir. Çatışmanın her iki cephesindeki yaklaşımların ortak paydası; Kemalizm’e yönelik analitik yaklaşımların dönemin politik söylemini merkeze alması ve en önemlisi de Kemalizm’in Atatürk öncesi politik kuramına karşı -ama ihmal ama belli motivasyonlarla meydana gelen- ısrarlı bir ilgisizliktir. Bir diğer ifadeyle ilk düğmenin yanlış iliklenmesi söz konusudur. Yusuf Akçura ve çevresindeki ideolojik öncülerden Gazi Paşa döneminin bitişine kadarki süreçten yıllar sonra “solidarizm” veya “devlet sosyalizmi” adı verilen bu ideolojiye ve kuramsal yönüne dair en erken çalışmalar Ahmet Nevzat Cerrahlar (Kerim Sadi) ve Tarık Zafer Tunaya tarafından yapıldı ve detayları Zafer Toprak’ın takdire şayan gayretleriyle tarihin karanlığından gün yüzüne çıkarıldı. Ne çare ki; varılan noktada -ister Kemalist ister Marksist, post-Kemalist veya başkası olsun- konuyla ilintili tüm bilgi rejimleri bu çabaları Avrupa’daki köklerine doğru ilerletmek bir yana dursun kapı duvar kalmaya devam etmekte ve halihazırdaki anlatılara sıkı sıkıya sarılmaktadır. Post-post Kemalizm tartışmaları daha çok post-yapısalcı tahrifat ile meşgulken bu unutulmuş uğraşının yalnız savaşçılığı Toprak’tan sonra belki de Ercan Eren’in bahtına düşmüştür.

 

Pragmatikler

Kurtuluş sonrası 1920’li yıllar Türkiye’si; ideolojik bakımdan -şaşırtıcı olabilecek derecede- eski gelenek ve alışkanlıkların devam ettiği, devrime karşı ilgisizliğin belki bugünkü kadar derin olduğu bir atmosfere sahne olmaktadır. En başta Cumhuriyet Halk Fırkasında bile Kemalizm’e yönelik ideolojik farkındalıktan ziyade mebuslar arasında zihniyet çeşitliliği hâkimdir.[1] Öte yandan; zihniyet farklılıkları olsa bile Ali Kazancıgil’in “Kemalist kadrolar pragmatik eğilimli, eyleme dönük devlet seçkinlerinden oluşuyorlardı. Kemalistlerin olaylara yaklaşımı ideolojik önyargılardan ziyade, gerçekçilik ve netice alıcı eylemcilik niteliğinde idi” sözüyle[2] ifade ettiği gibi karar alma süreçlerinde ideolojik veya kuramsal temellendirmeler pragmatik gerekçelerin gölgesinde kalmıştır. Örneğin Kemalizm’in ekonomi-politiğinin ana kolonlarından devletçiliğin fırkanın Üçüncü Büyük Kongresindeki kabulü, Suna Kili’nin ifadesiyle “derin ideolojik tartışmalar sonucu olmamıştır.”[3] Devletçiliğin kabulü sürecinin panoramasını veren Bilsay Kuruç’un “Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi” isimli eserinde; mebusların konuya yaklaşımlarının yine bu türden olduğu görülebilir.[4] Nitekim Yakup Kadri, ideolojiyi “mebuslara anlatma” hususunu Kadro dergisinin kuruluş amaçlarının başında sayacaktır.[5] Entelijansiya cephesinde ise durum biraz daha farklı cereyan etmektedir. Atılım yapması beklenen aydın kesimi, kısa sürede göze batacak düzeyde atalet sergilemiştir.[6] Özellikle dönemin en büyük bilim kurumu olan İstanbul Dârülfünûndaki müderrisler, devletçiliğe dudak bükerek eskiden kalan liberal duruşlarını istikrarla devam ettirmişler ve bu sebeple “mürteci” olarak mimlenmişlerdir.[7] Tüm bunların da ötesinde; politikacıları ve aydınları çevreleyen cemiyet hayatı, Doğan Avcıoğlu’nun da vurguladığı gibi Tanzimat’tan kalma bir Batıcılık etkisindedir ve bu alışkanlıkları bilhassa ideolojinin ekonomi-politiğine karşı doğal bir memnuniyetsizliğe gebedir.[8]

Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun “Babıâli bürokrasisi, Türk inkılabını dört bir yanından bağladığı gibi bu inkılabın en tabii bünyesi demek olan ‘devletçilik usulünü’ de itibardan düşürmüştür” şeklindeki sözü bu bağlamda manidardır.

 

Geleneğin Meyveleri

Düşünsel çoraklığın ortasında Şevket Süreyya (Aydemir), Ankara Türk Ocağı’ndaki 15 Ocak 1931 tarihli “İnkılâbın İdeolojisi” isimli konferans ile malumun ilamını gür bir şekilde yaparak “suyu arama” yolunda hatırlardan çıkmayacak bir vahanın eşiğine varmıştır.[9] Bunu izleyen sene içerisinde; feleğin çemberinde kendisi gibi diğer üçünün de yolu Marksizm’den geçmiş olan İsmail Hüsrev (Tökin), Vedat Nedim (Tör) ve Burhan Asaf (Belge) ile beraber Yakup Kadri’nin de katılımıyla nihayet Kadro dergisini çıkartmıştır. Kurucu kadrodan bir kuşak daha (1890’lar) genç olan bu grup, İttihat ve Terakki’li ağabeylerinin getirdiği devlet sosyalizmi geleneğini kendilerine has usullerle işlemeye girişmişlerdir. Her ne kadar Marksist mazilerine sünger çekseler de bu felsefenin ana unsurlarını (diyalektik ve materyalizm) analizlerinde metot olarak muhafaza etmişlerdir. Dolayısıyla devlet sosyalizmi kapsamında daha ılımlı devletçi olan Adolph Wagner’e eleştiri yöneltirlerken kendileri gibi Marksist metodu gençlik mirası olarak taşıyan ve Rodbertus-Lassalle çizgisini savunan[10] bir diğer devlet sosyalisti Werner Sombart’a büyük yakınlık duymuşlardır.[11] Hikayenin öteki yanında; Kadrocuların akranı olan dönemin CHF Genel Sekreteri Recep Peker, ideolojiyi geliştirmenin ancak bürokratlara yaraşacağı inancıyla[12] 1933’te Ülkü dergisini yayın hayatına sokmuştur. Her ne kadar çok uzun yıllar sonra post-Kemalist literatürün lümpen örnekleri tarafından yanlı cımbızlamalara maruz kalıp sağcılıkla suçlanacak olsa da Ülkü, Ertan Aydın’ın da ifade ettiği üzere ideolojik olarak devlet sosyalizminin Fransız türevi olan solidarizm çizgisindedir.[13] Ancak ideolojik nüansların da ötesinde Peker ile Kadrocular arasındaki ideolojik önderliğe yönelik köşe kapma yarışı, İlhan Tekeli ve Selim İlkin’e göre Kadro’nun sonunu getirecek ve böylece noktalanacaktır.[14]

Takvimler 1940’ları gösterdiğinde Kadro ve Ülkü’nün esamesi silinirken Kemalizm, Vedat Nedim’in tabiriyle “açık eksiltmeye” koyulup ideolojik kişiliğini yitireceği[15] makûs talihine bu kez uzun erimli olarak teslim olacaktır. Bu tükeniş, bahsi geçen yılların daha en başında boy göstermeye başlamıştır. Seçkin Çelik, dönemin zihniyetine ışık tutan “İnönü Döneminde Kemalizm” isimli yetkin eserinde İsmet İnönü’nün bile devletçiliği (devlet sosyalizmini) -taraftarı olmasına rağmen- ideolojik değil pragmatik saiklerle savunduğunu dile getirmekte ve Korkut Boratav’ın “1940-1945 döneminde nazari, genel nitelikte devletçilik ve sistem tartışmalarına pek az tesadüf edilmektedir” şeklindeki sözlerine atıfta bulunmaktadır.[16] Kemalizm’in ekonomi-politiğine yönelik müteakip on yıllarda da devam eden politik sessizlik ve buna bağlı ideolojik yavanlık; Dünya’da esen sol rüzgârların etkisiyle CHP safları tarafından önce “ortanın solu” etiketiyle[17] ve daha sonra -aslında devlet sosyalizminin bağrından kopmuş olan- “sosyal demokrasi” ile ikame edilecektir. Böylece geçmişin kuramsal yükü uğrunda alın teri dökmek yerine muadil bir hazırdan yenilmesine karar kılınmıştır. Öte yandan bir kez daha aydınlar kesimine bakılacak olursa; oranın çehresi de benzer vaziyettedir. Kemalizm’in köklerini ve gelişimini de kapsayan yakın dönem tarihine sert bir şekilde sırt çevrilmiştir. 1977’de yapılan bir sempozyumda Zafer Toprak’ın Kemalizm’in kökenine dair beyanatlarına gelen yorumlar üzerine Tarık Zafer Tunaya’nın “… Konuşmacıların çoğu Zafer Toprak arkadaşımızın yapmak istediği şeyin dışında kaldılar. Birinci mesele de neden Atatürk’ü dünyanın fikir akımlarından ayırdığımıza ilişkin. Ben bu tavrı anlamıyorum. Kendisi bir nutkunda, Türk devriminin dünyaya hâkim o büyük fikrin Türkiye’de gerçekleşmesi olduğunu söylüyor da, niçin biz onu dünyadaki gelişmelerden ayırıyoruz.” diye dile getirdiği sitemi, Kemalizm’in 100 yıllık tarihinin en vurucu özetidir.[18]

 

Retorisyenler/Medrese Atatürkçülüğü

Kemalizm’in solidarist/devlet sosyalisti köklerinin hafızalardan silinişinden en fazla nasibini alan gruplardan biri hiç şüphesiz Kemalist ideologlar olmuştur. Köklere yönelik sessizliklerini bastıran genel tavır ise neredeyse daima; söz konusu düşünce sisteminin ülkenin ihtiyaçlarından doğan, İstiklal Hareketinin bağrından kopan ve Atatürk’ün kelamından ibaret “sui generis” bir sistem olduğu yönünde katı bir özcülük olmuştur. Öte yandan bir ikinci mesele de; ideolojinin Kemalistlerce kökeni doğrultusunda ilerletilmesi yerine belli sembollere, geleneklere ve kurallara indirgenmesidir. Altı ilke bu yolla Türk siyasal kültürün lokomotifi hâline getirilmiş[19] ve ancak üzücüdür ki bununla yetinilmiştir. Üçüncüsü; Taner Timur’un da işaret ettiği üzere Atatürk hakkında muharebeler döneminde oluşan karizmanın bir sonraki on yılda “kült”e dönüşmesidir.[20] Sonuç olarak söz konusu düşünce sistemi; tabiri caizse bir zırh içine hapsolarak irdelenmeye ve dolayısıyla kendi kaynaklarının ardıllarından faydalanılarak gelişmeye kapalı hâle gelmiş, böylece bahsi geçen bu vefalı takipçilerini amansız bir kısırlığa sürüklemiştir. Özellikle bu kısırlık, 2000’li yıllar itibarıyla zirve noktasına ulaşacak ve Kemalist düşünce sistemi bürokratik koruyucularının devlet içi tasfiyelere maruz kalmasının da etkisiyle her türden kesimin saldırına karşı savunmasız kalacaktır. Bu duruma yönelik belki de en iyi tanımlama, Doğan Avcıoğlu’nun fetvacılık olarak nitelendirdiği “Medrese Atatürkçülüğü” kavramsallaştırmasıdır.[21]

 

Kemalizm Aşıcılar

Ne var ki, hafıza zayıflığına bağlı zihniyetin ters yüz olması hususunda ana akım Kemalizm dışı ekollerin arda kalır yanı yoktur. Her ne kadar gündelik hayatta Kemalizm’in sembolleri başarılı olsa da, meydana gelen dogmatikleşme ülkenin yeni nesil entelektüellerinin bazılarında eklektik pozisyonlara bazılarında patolojik anti-Kemalizm’e varacak seviyede yeni arayışlara yol açmıştır. Bunlardan ilk olarak bahse değer olanı; sol dalganın Türkiye kıyılarına vurmasıyla yükselişe geçmiş olan Yön dergisi çevresi ve Marksist solun bakış açılarıdır. Doğan Avcıoğlu’nun başını çektiği Yön dergisi; Aziz Nesin ve Gökhan Atılgan’ın da ayrı ayrı ifade ettiği gibi Marksizm’i sadece metot olarak bırakmayıp devletçiliği/devlet sosyalizmini (“üçüncü yol”) sosyalizm yolundaki bir uğrak olarak telakki etmesiyle, yaygın kanıya göre özdeşi olduğu düşünülen Kadro çizgisinden önemli ölçüde ayrışmaktadır.[22] Avcıoğlu; her ne kadar bazen sınıf çatışması yerine Atatürk’ün “sınıfsız toplum ülküsünü”nden yana dursa da[23] “Sosyalizm Anlayışımız” isimli yazısında belirttiği şekliyle Sovyet sisteminden tek farkı yöntemi olan ve “istihsal araçlarının kamulaştırılması ile mümkün” olacak olan “azgelişmiş ülkeler sosyalizmi” modelini Türkiye için uygun görmektedir ve devletçiliği -özel mülkiyeti esas alıp “menfaatlerde ahenk tesis eyleyecek” bir yol değil- bu kapsamda kullanışlı bir araç olarak değerlendirmektedir.[24] Dolayısıyla yeri geldiğinde solidarizmin (“tesanütçülük”) adını telaffuz edebilen ve devlet sosyalizminden dem vurunca “ne olduğu pek bilinmeyen” ibaresiyle üstünkörü bir bahiste bulunan Avcıoğlu; Marksizm’i önceleyen ideolojik angajmanı sebebiyle Kemalizm’in köklerine dair belli bir farkındalığa sahip olsa da daha ötesine geçme lüzumu duymamış gibi gözükmektedir.[25]

Sol Kemalizm, Avcıoğlu tarafından Marksizm ile Kemalizm’in mutedil bir sentezi olarak kurulmasına rağmen[26] bu ekol adına 1960’lar sonrası sözcülüğe soyunan daha geç aktörlerin ve yarım asır sonra tekrar zuhur eden ardılların Kemalizm hakkında dili ise olabildiğince serttir. Buradaki yeni kuşaklar; Kemalist kadroların ısrarla pragmatik tutumlarını mercek altına alarak Kemalizm’i modernleşme pratiğine indirgeme, onu -partizan yanlılığı sebebiyle- Marksizm ile şereflendirme gayreti içindedir ve gidilen patika “Kemalizm’i Aşmak” olarak nitelendirilmektedir. Ekol içindeki bu değişimin akıl hocalarından Yalçın Küçük’ün 1986’da söylediği “Kemalizm bizi ileriye götürmez ve biz Kemalizm’den geriye gitmeyiz” cümleleri bu kesimin diline pelesenk olacaktır.[27] Burada takınılan tavır aslında 60’lar ve 70’lerin -Kemalizm’e en saygılı- Marksistlerinden Mahir Çayan’ın “Eşyanın doğası gereği Kemalizm’in belirli bir iktisat politikası yoktur ve olmamıştır” sözleri örneğindeki[28] gibi Kemalizm’in ideolojik yapısını tümden yadsımaya işaret etmektedir. İkameci aşma yanlıları dışında; Marksizm’i de aşma hülyasını barındıran post-yapısalcılığın Türkiye’ye ithal edilmesiyle Kemalizm’i aşma hususunda da kolları sıvaması elbette uzun sürmeyecektir. Bu şekilde peyda olan post-Kemalist literatürün benimsediği felsefi çizginin temellendirmesindeki problemler ve yöntemin kullanımındaki suiistimaller başlı başına birçok çalışmaya malzeme olacak hacimdedir. Ancak belirtilmelidir ki post-Kemalizm’de de daima farksız olan; Kemalizm’in ele alınırken tekrar ve tekrar kuramsallık yerine pragmatik ve retorisyen Kemalist aktörlerin odakta tutulmasıdır. Bir örnek vermek gerekirse; Levent Köker’in “Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi” isimli eserinde, ideolojinin ekonomi-politiği ele alınırken köklere dair hiçbir çabanın harcanmadığı ve mevzubahis klişe ezberlerin tekrarlandığı görülmektedir.[29] Yapısökümsel/dekonstrüktif yolla tahrifat kapasitesi yüksek olan daha önce görülmemiş boyutta bir kafa karışıklığını Türk akademisine hediye etmiştir.

[1] Hakkı Uyar (2011). Tek Parti Dönemi ve Cumhuriyet Halk Partisi. Boyut, s.82.

[2] Ali Kazancıgil (2009). “Anti-emperyalist Bağımsızlık İdeolojisi ve Üçüncü Dünya Ulusçuluğu Olarak Kemalizm”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm (ed. Ahmet İnsel). İletişim Yayınları, c.2, s.235.

[3] Suna Kili (1976). 1960-1975 Döneminde Cumhuriyet Halk Partisinde Gelişmeler. Boğaziçi Üniversitesi Yayınları, s.71.

[4] Bilsay Kuruç (2018). Mustafa Kemal Döneminde Ekonomi: Büyük Devletler ve Türkiye. İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s.312-338.

[5] Hakkı Uyar (2011). a.g.e, s.307.

[6] Asım Karaömerlioğlu (2006). Orada Bir Köy Var Uzakta: Erken Cumhuriyet Döneminde Köycü Söylem. İletişim Yayınları. s.59.

[7] Emre Dölen (2010). Türkiye Üniversite Tarihi 3: Darülfünun’dan Üniversiteye Geçiş (Tasfiye ve Yeni Kadrolar). İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, s.41.

[8] Doğan Avcıoğlu (1978). Milli Kurtuluş Tarihi: 1838’den 1995’e. Tekin Yayınevi. c.4, s.1363.

[9] Cennet Ünver (2009).”Şevket Süreyya Aydemir”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm (ed. Ahmet İnsel). İletişim Yayınları, c.2, s.471.

[10] Friedrich Lenger (1997). “Ethics and Economics in the Work of Werner Sombart”. Methodology of the Social Sciences, Ethics, and Economics in the Newer Historical School (ed. Peter Koslowski). Springer-Verlag, s. 150.

[11] Mustafa Türkeş (1999). Ulusçu Sol Bir Akım Kadro Hareketi (1932-1934). İmge Kitabevi Yayınları, s.117-119.

[12] Mustafa Türkeş (1999). a.g.e., s.91.

[13] Ertan Aydın (2003). The peculiarities of Turkish revolutionary ideology in the 1930s: the Ülkü version of Kemalism, 1933-1936 (doktora tezi). Bilkent Üniversitesi.

[14] İlhan Tekeli ve Selim İlkin (2003). Kadrocuları ve Kadro’yu Anlamak: Bir Cumhuriyet Öyküsü. Tarih Vakfı Yurt Yayınları, s.422.

[15] Vedat Nedim Tör (1980). Kemalizmin Dramı. Çağdaş Yayınları, s.20-22.

[16] Seçkin Çelik (2021).İnönü Döneminde Kemalizm. Kırmızı Kedi Yayınevi, s.291, 295.

[17] Yunus Emre (2015). CHP, Sosyal Demokrasi ve Sol: Türkiye’de Sosyal Demokrasinin Kuruluş Yılları (1960- 1966). İletişim Yayınları, s.9.

[18] Kolektif (1977). Atatürk Döneminin Ekonomik ve Toplumsal Sorunları. İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Mektebi Mezunları Derneği, s.36.

[19] Taha Parla (1991). Türk Siyasal Kültürünün Resmi Kaynakları. İletişim Yayınları, c.1, s.16.

[20] Taner Timur (2014). Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu. Yordam Kitap, s.184.

[21] Doğan Avcıoğlu (2006). “1965 Yılında Atatürkçülük”. Yön ve Devrim Yazıları. İleri Yayınları, s.364.

[22]  Gökhan Atılgan (). Yön-Devrim Hareketi: Kemalizm ile Marksizm Arasında Geleneksel Aydınlar. Yordam Kitap, s.93-94.

[23] Doğan Avcıoğlu (2006). “Sınıf Mücadelesini Kim Körüklüyor?”. a.g.e., s.201.

[24] Doğan Avcıoğlu (2006). “Sosyalizm Anlayışımız”. a.g.e., s.139-140.

[25] Doğan Avcıoğlu (1978). Milli Kurtuluş Tarihi: 1838’den 1995’e. Tekin Yayınevi. c.2, s.469.

[26] Orhan Koçak (2009). “Kemalizmi Aşmak?”. Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce: Kemalizm (ed. Ahmet İnsel). İletişim Yayınları, c.2, s.628.

[27] Yalçın Küçük (1990). Kürtler Üzerine Tezler. Dönem Yayınevi, s.159.

[28] Mahir Çayan (1992). Bütün Yazılar. Atılım Yayınları, s.120.

[29] Levent Köker (1990). Modernleşme, Kemalizm ve Demokrasi. İletişim Yayınları, s.200-201.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir