Türkiye’de telekomünikasyon hep büyük bir sorun olageldi. Avrupa’nın en yavaş internetlerinden birini kullanıyor olmamızın veya 5G gibi teknolojik ilerlemeleri geriden takip ediyor oluşumuzun ötesinde başta doğal afetler olmak üzere kriz anlarında çökmesiyle ünlenen GSM altyapısı, bu sorunun hayatlara mal olabilmesi ile kritik kısmını oluşturuyor. Yakın bir süre önce Türkiye jeolojisine göre görece küçük sayılabilecek Balıkesir depreminde de yaşanan iletişim aksaklıkları, bana daha önce bu konu özelinde kalem oynatmamış olduğumu hatırlattı ve bir şeyler yazmam için cesaretlendirdi. Zaten doğal veya politik olsun, tekeller üzerine ayrıca bir mesai harcamamız gerektiğini söyleyip durduğumdan Dizgin gazetesindeki ilk yazım için daha iyi bir konu olamaz diye düşünüyorum. Üstelik Kemalizm’e odaklanan bu sayıda “Kemalistlerin tekellere olan bakışı ne olmalıdır?” sorusunun cevaplanmasının oldukça kritik bir önem taşıdığını iddia etmek de yanlış olmaz. Yazıya yakın zamanda Atatürk’ün okuduğu kitapları incelerken dikkatimi çeken, Solidarizmin önde gelen düşünürlerinden Charles Gide’in bir eserinde altını çizdiği bir paragrafı ekleyerek başlamak istiyorum:
“Bununla birlikte, kişinin menfaati çok kez genel menfaatle bile çelişebilmektedir. Kamuya ait ve tekel niteliğinde olan su ve gaz idarelerinde bireysel işletmecinin azami kâr elde etmeye çabalaması bunun bir örneğidir.”
Kolaylık olması açısından İletişim Tekeli başlığı altında bahsedeceğim üç büyük firma, sektörün evrensel yapısının yanında pazara girişi yapay olarak da engelliyor olmaları ile bu isim altında toplanmayı hak ediyor. Sanırım bu yıl içinde yasaklanan e-SIM hizmetleri ve takılıp kalan Starlink hikayesi herkesin hatırındadır. Fazla derine inmeye gerek yok, bu düzenin arkasında yukarıdaki alıntıda ifade edildiği gibi basit bir güdü var: Kâr.
Yürüttüğü bu “aristokratik” yapıyla İletişim Tekeli, pek de bir çaba harcamadan hissedarları adına birazdan mekanizmasını anlatacağımız üzere bir çeşit kira topluyor. Her tekel gibi müşterilerinin bir alternatifi olmadığının farkında olan bu yapı, iki yılda %500 zam yapmış olması ile gündemi yer yer meşgul etmekte. Bünyesinde barındırdığı şirketlere kâr rekorları kırdırmayı sürdüren bu tekel, kurbanlarından bazılarının aklına bir soruyu getiriyor: Devlet nerede? Gözleriniz belki uzağa bakacak ama hayır, devlet İletişim Tekeli’nin tam içinde yer alıyor. Firmalardan birinin şimdilerde devlet mülkiyetinde olmasının yanında en ünlüsünün hissedar koltuklarından kayda değer bir kısmını da devlet işgal ediyor. Bu, durumu biraz daha tatsız hale getiriyor gibi gözükse de aslında ileride anlatacağım üzere işimizi de kolaylaştırıyor.
Telekomünikasyon, literatürde doğal tekel olup olmadığı tartışılan bir sektör. Bizim fikrimizse literatürün bir tür sentezi olarak görülebilir. Telekomünikasyonu altyapı ve hizmet olmak üzere iki kısıma ayırmayı öneriyoruz. Altyapının doğal tekel olduğunu, hizmetin ise gelişen teknoloji ile birlikte rekabetçi bir alan haline geldiğini öne sürüyoruz. Bu şema üzerinden altyapı kısmının daha sonra detayına ineceğim üzere “kamu-toplumsallaşmasını” hizmet sektörünün ise rekabetçiliğini koruyarak serbest girişimlere bırakılmasını kapsayan bir planı öneriyoruz. Bunu yaparken teknoloji devi Huawei’yi organizasyon yapısı sebebiyle esas alacağız.
Kira Kavramı
Bir firmanın kârının belirleyen temel etmen, onun piyasa mekanizmalarını ‘bükme’ gücüdür. Firmanın ortalama maliyeti üzerinde bu güç uyarınca koyduğu marj (mark-up) ile kâr oranı ve nihayet sattığı malın fiyatı oluşmuş olur. Söz konusu firmanın piyasadaki tekel derecesi ne kadar yükselirse koyabileceği marj da o oranda yükselecektir. Potansiyel yeni firmaların piyasaya girişi ise yapay olarak yani politik yollarla zorlaştırılır. Böylece bahsettiğimiz aristokratik yapı korunur. Bazı sektörler ise yukarıda da değindiğimiz doğal tekel çatısı altında toplanabilir. Doğal tekellerde sabit maliyet; ancak demiryolu, köprü, kablo vb. hatların kurulduğu anda dikkate değer miktarda mevcut olabilir. Daha sonrasında firmanın tek yapması gereken kurulan bu hatta yeni müşteriler eklemek ve karşılığında ödeme almaktır -bakım onarım maliyetleri dikkate alınmayacak kadar düşüktür-. Abonelik ücreti gibi isimler alan bu ödemeler aslında bir tür kiradır. Artık söz konusu firma yeni bir mal ve hizmet üretmesine gerek olmadan sadece bir şeylere sahip olduğu için gelir elde edebilir. Başka bir firmanın daha aynı sokağa bir kablo hattı daha döşemesi pek olası da değildir. Sokağın sakinleri örneğin elektriğe erişmek için tek bir firmanın eline bakmak zorunda kalır. Böylece insanların büyük çoğunluğunun doğal tekellere tıpkı konutta olduğu gibi kira ödemekte olduğu bir tablo çıkar karşımıza. Hatta Google, Facebook vb. gibi bulut sermayelerinde bir parasal ödeme yapmadan sadece işbu uygulamayı kullanarak verdiğimiz kiralar da vardır. Sağladığımız veri, kira olur. Ancak şimdilik konumuzun dışına çıkmamak istediğimiz için burada duruyoruz.
Huawei Bize Ne Öğretebilir?
Huawei, herkesin bildiği üzere dünyanın önemli teknoloji şirketlerinden biri. İnsanlar korkunç hızdaki büyümesini ve teknik kapasitesini bolca tartışsa da, işin çalışan yönetimi-hissedarlığı boyutu yeterince dikkat çekmez. Bizi ilgilendiren kısım da burası. Huawei, çalışanlarına ait bir firmadır. Bütün çalışanları firmanın sendikasına* üyedir ve bu yolla hisse sertifikaları edinirler. Bir çalışanın sahip olabileceği hisse adedi, şirketteki pozisyonuna bağlı olarak alt ve üst sınırları sahiptir. Bu sertifikalar, gerçek hisse senedi olmayan ama temettü, oy hakkı ve mülkiyet hakkı sağlayan temsili hisselerdir. Emeklilik veya çıkış gibi durumlarda sertifikalar sendikaya iade edilir. Sendika ve firma, bu yolla yani ‘bir kişi bir oy’ değil ‘bir hisse bir oy’ sistemiyle yönetilir. Kurucu Ren Zhengfei’nin %1.01 oranındaki hissesinin yanında sınırlı ölçüde bir veto hakkı da vardır ancak bu, sadece belirli konularla (örneğin sermaye artırımı) sınırlıdır ve denetim altındadır.
Çalışanların oyları ile yine çalışan olan adayların katıldığı seçimlerin ardından Temsilciler Komitesi belirlenir. Aday olabilmek için belli bir süre Huawei’de çalışmış olmak, yönetim deneyimi ve şirkete önemli katkılarda bulunmuş olmak gibi birtakım şartlar sağlanmalıdır. Bu kriterlerin takibi, denetim kurulu içinde üyeleri gizli tutulan Aday Belirleme Departmanınca yürütülür. Temsilciler Komitesi’ne dönersek bu komite içinden bir yönetim ve denetim kurulu listesi çıkarır. Yönetim listesine Ren Zhengfei’nin de eklenmesi ile Huawei’nin yönetim kuruluna da ulaşmış oluruz. Huawei, temsili bir demokrasiyi andıran bu sistemi ile Çin hükümetinin mevcut tutumuna rağmen devlet kontrolünün dışında kalır. Üstelik bunu yaparken hiçbir bireysel yatırımcıya ya da aileye de ait olmayarak özgün bir üçüncü yol örneği gösterir.
Kamu-toplumsallaşma
Alt başlıkta kullandığımız kamu-toplumsallaşma, bizim uydurduğumuz bir kavram. Çünkü vardığımız nokta ne klasik kamulaştırma pratiklerine ne de toplumsallaştırma (koop.) deneyimlerine benziyor. Yapmaya çalıştığımız, doğal tekelin kira imtiyazını halkın lehine ortadan kaldırırken bir taraftan da yenilikçi de olabilecek bu sektörü olası bir “tutucu” bürokrasiden uzak tutmak. Her ne kadar bürokrasi için apriori olarak tutucu gibi bir etiketleri yapıştırmanın haksızlık olduğunu düşünsek de birtakım aktarım (spillover) ve geri bildirim mekanizmalarının yoksun olduğunda hantallaşabildiğini de bir gerçek olarak kabul ediyoruz. Ayrıca doğal tekellerin sürekli rekabetten uzak yapısı, onların ARGE’den yoksun yürütülmesi gerektiğini de göstermemelidir. Telekomünikasyon tekeli, yeniliği benimsemek ve hatta yaratmak konusunda pay sahibi olmalıdır. Bu sebepten önerdiğimiz yol, devletin temel niteliklerinden “uzun vadeli plan yapabilme” kabiliyetini sağlama amacıyla yukarıdan aşağı olan ve teknik birikimin idarenin yönünü tayin etmesi amacıyla da aşağıdan yukarı olan yönetim mekanizmalarının bir sentezidir. Huawei’nin idari yapısının devreye girdiği nokta da tam burasıdır. Telekomünikasyon altyapısının tek bir kurum altında tamamen kamulaştırılmasının** ardından öncelikle bütün çalışanların üyesi olduğu bir işçi birliği kurulmasını öngörüyoruz. İşçi birliğinin üyelerinin katılımıyla yapılacak seçimlerle kurumun yönetim ve denetim kurulunda belirli sandalyelerin doldurulmasını hedefliyoruz. Yönetim kurulu söz konusu olduğunda sandalyelerin yarısının bu şekilde, kalan yarısının ise hükümetlerce atanarak sağlanmasını planlıyoruz.
Doğal tekellerin tıpkı ormanlar ve denizler gibi bütün halka ait olduğunun anayasal bir zorunluluk olması gerektiğinin altını çizmek gerekir. Bu sebeple telekomünikasyon tekelinin veya bir isim koymamız gerekirse Ulusal Telekomünikasyon Kurumu’nun (UTEK) örnek aldığımız Huawei modelinden farklı olarak çalışanlarla sınırlı olacak olsa dahi hisse sahipliğini reddediyoruz. Ayrıca kiranın halk lehine lağvından yola çıkarak kâr amacı gütmeyeceğinden bahsettiğimiz bir modelde hisse sahipliği, somut bir getirisi olmayan ancak sembolik bir özellik olarak kalacaktır. Ancak Huawei’de hisse sahipliği üzerinden kurulan oy hiyerarşisinin UTEK’te bir başka yolla sürdürülmesi gerektiği konusunda da hemfikiriz.
Telekomünikasyon altyapısı için sunduğumuz organizasyon yapısı sayesinde teknokrasi ile halkın seçim ve denetimine doğrudan tabii olan bürokrasi arasında bir denge oluşturmayı hedefliyoruz. Teknokratik kısmın besleneceği kaynağın ise ülkenin önde gelen üniversite ve enstitülerin sağladığı bilgi akışı ve insan sermayesine dayanmasını sağlamak bir başka hedefimiz olarak sunulabilir. Toparlamak gerekirse bu yazıda Halkçı bir iktidarda telekomünikasyon altyapısının akıbeti adına bir katkıda bulunduğumuzu düşünüyoruz. Yol açacağı tartışmalarla bu katkının devam etmesini umuyoruz.
-Enver Mete
Dipnotlar
* Çin’deki mevcut sendika anlayışı, Batı’daki yapıdan farklı bir organizasyonu niteliyor. Özellikle Huawei gibi büyük firmalarda şirket adına işçi birliği adını daha uygun gördüğümüz bir sendika bulunur. Bu işçi birlikleri kendi kendilerini yönetmekle birlikte yerel yönetimlerin sistemine kayıtlıdır, resmi olarak tanınır ve denetlenirler.
** Altyapının kamulaştırılması telekomünikasyonda örneğin elektrik dağıtımındaki duruma göre çok daha kolaydır. En büyük altyapı sağlayıcısı Türk Telekom’un büyük çoğunluğu Hazine ve Varlık Fonu’na aittir. Turkcell ise yine Varlık Fonu’na ait olan %26.2’lik hisse sayesinde kendi altyapısının devrine zorlanabilir.